GİRİŞ
İnsanlık, tarih boyunca geleceğini tehdit eden ve kendisini yoksulluğa iten tehlikelerden korunma çabası içinde olmuştur. İş ve gelir güvencesinin olmaması, çalışanları her zaman yoksulluğa düşme tehlikesi ile karşı karşıya bırakmıştır.
Üretim faktörleri içindeki temel değişken olan emek; her zaman sermaye ile çıkar çatışması içindedir. Buna rağmen, Keynesyen refah döneminde, kapalı sınırlar içinde yapılan üretimde, işçiye ödenen ücretlerin yeniden tüketime dönmesi, bu şekilde arz talep dengesi yaratması nedeniyle işgücü maliyetinin düşürülmesi temel hedef olmamıştır. İşletme yapısı, üretim şekli ve devletin rolü de sosyal hakların korunmasında ve bu arada emeğin korunmasında etkili olmuştur.
20.Yüzyılın son çeyreğinden itibaren yükselen küreselleşmenin ana hedefi ise işgücü maliyetlerinin düşürülmesi olmuştur. Tüm Dünya’da olduğu gibi ülkemizde de bu hedefe uygun geliştirilen politikalar, sosyal haklarda ciddi gerilemeye neden olmuştur. Küreselleşme ile ortaya çıkan sendikasızlaştırma, enformel istihdam, düzensileştirme sonucunda emek; hem çalışma hakkı hem de adil bir ücret hakkından mahrum kalmıştır. Bu durum, sosyal korumanın temel bir parçası olan iş ve gelir güvencesinin azalmasına neden olmuştur.
I. KAVRAMLAR
A- İŞ GÜVENCESİ
- 1. Tanımı:
İş güvencesi; işçinin iş sözleşmesinin önceden belirlenmiş genel, objektif sebepler dışında feshedilmesini engelleyen, feshedilmesi halinde hukuki denetim yolları ile işçinin işe iadesini sağlayan bir kurumdur. Diğer bir ifade ile işçinin işinin güvence altına alınıp, iş sözleşmesinin keyfi fesihlere karşı korunması ve işverenin fesih hakkının sınırlanmasını, bir geçerli bir sebebe dayanmayan fesihlerin önlenmesini iş güvencesi olarak tanımlayabiliriz.
İş güvencesi kavramı, genel olarak “çalışma hakkının korunması” anlamında da kullanılmaktadır. Geçimini emeği ile sağlayan bağımlı isçileri, geçerli bir sebep olmaksızın, işveren tarafından iş ilişkisine son verilmesi durumunda, işverenin fesih işlemini sınırlayan veya engelleyen, iş ilişkini hukuki zemine çeken, böylece iş sözleşmesinin işçi açısından dayanıksız niteliğini bertaraf eden ve iş ilişkisine süreklilik kazandıran ve koruyucu yönü ağır basan normatif düzenlemeleri içermektedir.[1]
İş güvencesi, iş ilişkisinde başlı başına sürekliliğin ifadesi sayılmaktadır. Klasik hukukta taraflara tanınan eşit fesih yetkisi kuramsal kalmaktadır. İş ilişkisinin haklı ya da geçerli bir sebebe dayanmaksızın fesih durumu işçi açısından iki durum birden yaratmaktadır. İlk olarak, çalışma koşullarını işçi aleyhine değiştirmektedir. İkinci olarak ise; işçinin gelirini kaybetmesi ile ailesinin ve kendisinin yaşamı tehlikeye düşmektedir. [2]
İş güvencesinde ilk olarak düşünülen işçinin iş sözleşmesinin, işverenin feshine karşı korunmasıdır. Ancak feshe ilişkin koruyucu hükümlerden ve sonuçlardan kaçınma yönünden belirli süreli iş sözleşmelerinin bir araç olarak kullanılması karsısında, belirli süreli iş sözleşmelerinin yapılmasını sınırlayıcı önlemlerin alınması da iş güvencesi olarak tanımlanmaktadır.
İş güvencesi, işverenin haklı ya da geçerli bir sebep olmadan işçinin iş sözleşmesini feshetmesi durumunda güvenceler getirmektedir. İşverenin haklı ya da geçerli sebeplerle iş sözleşmesini feshetmesi halinde, feshe karşı işçinin korunması söz konusu olamayacaktır. Haklı ya da geçerli sebeple fesih hakkı, iş ilişkisinin objektif iyi niyet kuralları gereği çekilmez hale gelmesi nedeniyle, artık sözleşmeye katlanmaya zorlanmayacak tarafa iş sözleşmesinden kurtulma imkanı vermektedir. [3]
İşçinin keyfi işten çıkarmaya karşı nasıl korunacağı konusunda çeşitli yöntemler mevcuttur. Uygulamada, bu yöntemler ayrı ayrı uygulandığı gibi beraber de uygulanmaktadır. Bu yöntemler; işçinin iş ilişkisinin sona erdirilmesi halinde işverence kendisine bir tazminat verilmesi, işverenin bu hakkını kötüye kullanması halinde tazminatın birkaç misli artırılması şeklinde olabilir. Bununla birlikte, işveren tarafından iş sözleşmesinin kanunda belirtilen belirli sebepler dışında feshedilmemesi, yapılan fesihlerin geçersiz olması, ise iade davası sonunda feshin geçersizliğine karar verilmesi halinde, işçinin işine iade edilmesi ve dava süresince ödenmeyen ücretlerin, bir iş karşılığı olmaksızın kendisine ödenmesi şeklinde de olabilmektedir.
- 2. Unsurları
İş Güvencesi, işçinin işveren tarafından keyfi olarak işten çıkarılmasının önlenmesi esasına dayanmaktadır. Modern iş hukuku çerçevesinde iş güvencesi; işçinin ancak geçerli bir nedenin varlığı koşuluyla işten çıkarılabilmesi, geçerli nedenin mahkeme tarafından denetimi ve geçerli bir nedene dayanmadan işten çıkarılan işçinin mahkeme kararı ile işe iadesinin sağlanması, olarak tanımlanmaktadır. Bu tanım sadece dar anlamda iş güvencesini tanımlamaktadır.
Dar anlamda iş güvencesi, işçinin feshe karşı korunmasını, başka bir anlatımla kurulmuş bulunan bir iş sözleşmesinin devamlılığının sağlanmasına yönelik tüm düzenlemeleri ifade etmektedir. Bir başka ifadeyle dar anlamda iş güvencesi daha çok işçinin doğrudan fesih işlemine karşı kendini koruması anlamını taşımaktadır.[4]
Geniş anlamda iş güvencesi ise, işçinin işini kaybetmesini güçleştiren veya işini kaybetmesinden dolayı uğradığı zararı ya da riski hafifletmeye yönelik tüm önlemleri içermektedir. Şu halde işten çıkarmadan kaynaklanan riski en aza indirmeyi amaçlayan önlemler, geniş anlamda iş güvencesi niteliğini taşımaktadır. İşverenin fesih hakkına kanun ve sözleşmelerle getirilen bütün sınırlamalar, başka bir ifadeyle; fesih bildirim süreleri, fesih sebeplerinin gerekliliği, belirli hallere bağlı olarak iş sözleşmesinin askıya alınmasının kabul edilmesi ve çeşitli fesih sınırlandırmaları geniş anlamda iş güvencesi kavramı içinde değerlendirilebilecektir.[5]
Ancak bu tanım iş güvencesini tam olarak tanımlamaya yeterli değildir. İş güvencesi kavramını tam olarak ifade edebilmek için “çalışma hakkı” ve “iş üzerinde mülkiyet” kavramlarını da ele almak gerekmektedir. Günümüzde çalışma hakkı kavramı ile iş güvencesi kavramı zaman zaman birbirlerinin yerine kullanılmaktadır. Çalışma hakkı, tam istihdam politikasının sağlanması ve devam ettirilmesi, işçinin serbestçe seçip girebildiği bir meslekte kendisinin ve bakmakla yükümlü olduğu kişilerin geçimini sağlayabilme olanağının korunması, işçiler için iş, işverenler için de işçi bulma ve mesleki eğitim hizmetlerinin kurulup devam ettirilmesinin sağlanmasıdır. Uluslararası sözleşme ve ülke anayasalarında çalışma hakkı temel bir insan hakkı olarak yer almaktadır. Çalışma hakkı sadece işin sona erdirilmesinde söz konusu olan bir hak değildir. Aynı zamanda işe sahip olma ve devam ettirilmesini de kapsayan geniş ve soyut bir kavramdır.[6]
- 3. İş Güvencesinin Temelleri
a) Liberal Ekonomi Dönemi
Bireysel hürriyetin ön planda kabul edildiği liberal hukuk sisteminde esas olan; taraf iradelerinin serbest bir ortamda istedikleri sözleşmeleri yapabilmeleri ve hiçbir şekilde sınırlandırılmamalarıdır. Çünkü özgür, serbest ve eşit rekabet ortamında ekonomik ve sosyal hayata yönelik faaliyetlerde kendiliğinden bir denge vardır. Bu sisteme dışarıdan gelecek müdahale ekonomik ve sosyal hayattaki dengeyi bozacaktır.[7]
İşçi-işveren ilişkilerinde de egemen olan bu hukuk anlayışına göre işçi ve işveren eşit iki taraf olarak özgür ve serbest iradeleriyle diledikleri hak ve yükümlülükleri içeren iş sözleşmesi yapabilmeli, devlet bu ilişkiye müdahale etmemelidir. Buna göre çalışma ilişkileri bireysel olarak düzenlenmektedir. [8]
Liberal ekonomi düzeninde iş güvencesi sorunu hiçbir önem taşımamıştır. Liberal sistemin kuralları insan emeğini “bir meta-mal” olarak değerlendirmektedir. İşgücünün satın alınması gibi, satılması da doğal karşılanmaktadır. İş sözleşmesinin yapılması nasıl tarafların özgür iradelerine bırakılmışsa aynı şekilde sona erdirilmesi konusunda da tarafların mutlak özgürlükleri esas alınmaktadır. Üretim araçlarına sahip olan işveren, işyerini ya da isletmesini kendi iradesine göre örgütlemek konusunda sınırsız bir yetkiye sahip olmuştur. Dolayısıyla işverenin çalıştırdığı işçilerin iş sözleşmelerini dilediği anda feshetme yetkisine bir sınır konulmamıştır.
Liberalizmin “bırakınız yapsınlar, bırakınız geçsinler, dünya kendiliğinden yürür” anlayışı gerçekten de büyük sosyal yıkımlara ve acılara yol açmıştır. Bu adaletsizlik ve dengesizliklere karsı sosyal adalet ve sosyal devlet yaklaşımları ortaya çıkmış ve devletin piyasayı düzenlemesi fikri ve giderek çağdaş anlamda İş Hukuku şekillenmeye başlamıştır.
Kısaca, yukarıda belirtilen sosyal ve ekonomik sorunları esas olarak üç ana unsura bağlayabiliriz: Bireysel iş sözleşmesi sistemine bağlı olarak, emeğin özelliklerinden dolayı bu sözleşme sisteminin hemen daima işçiler aleyhine istihdam koşullarının oluşmasına yol açması, örgütlenme hakkının mevcut olmamasından dolayı, bizzat işçilerin kendi istihdam koşullarını iyileştirebilmek için yasal örgütler içinde, kendi çıkarları yönünde sonuçlar verecek bir toplu ilişkilere dayanan diyalogu işverenle kuramamaları ve nihayet devletin ekonomik ve siyasi sistemin etkisiyle, istihdam şartlarının insanca yasama ve çalışma koşullarından uzak kalışına herhangi bir müdahalede bulunmaktan kaçınması olarak sıralayabiliriz.[9]
b) Sosyal Devletin Ortaya Çıkışı ve Çalışma Yaşamına Müdahalesi
19. Yüzyılın sonlarına doğru oluşan yoksulluk, sömürünün büyük boyutlara varması, insanlık onuru ile bağdaşmayan acı sonuçlar karşısında devlet, ekonomik ve sosyal hayata dolayısıyla çalışma yaşamına müdahale etmek zorunda kalmıştır. Giderek klasik devlet anlayışından uzaklaşılmış, sosyal bakımdan himayeye muhtaç kesimleri korumayı esas alan “sosyal devlet” kavramı kabul edilmeye başlamıştır. Sosyal devlet, devletin sosyal barışı ve sosyal adaleti sağlamak amacıyla sosyal ve ekonomik hayata aktif müdahalelerini meşru ve gerekli gören anlayışı ifade etmektedir.[10]
Liberal düşüncenin “bireyler kendi çıkarları peşinde koşarken ve bunu en iyi gerçekleştirmenin yollarını ararken toplumun da yararına hizmet etmiş olurlar” şeklinde özetlenebilecek felsefesinin toplumsal barış ve huzuru sağlayamaması üzerine oluşan ilk tepkiler düşünsel düzeyde olmuş ve bu bağlamda devletin, bağımlı çalışan sınıfların ekonomik ve Sosyal durumlarını düzelterek sosyal düzeni sağlaması gerektiği görüşü ağırlık kazanmıştır.
Neticesinde işçiler ile işverenler arasındaki hukuki ilişkilerin toplum düzenini bozmayacak ve taraflar arasında barışı sağlayacak şekilde düzenlenebilmesi için devletin çalışma yaşamına müdahalesi kaçınılmaz duruma gelmiştir.[11]
Devletin çalışma şartlarına müdahalesinin artışı ve devlet müdahalelerinin sosyal eşitsizlikleri ortadan kaldırmasa da hafifletme amacını taşıması, liberal devletten sosyal devlet düşüncesine doğru bir gelişmeyi başlatmıştır. Sosyal devlet anlayışı kapitalist ekonomi düzenini koruyan, ancak sosyal sınıflar arasında uzlaşma sağlanmasını amaçlayan, bunun için gerek ekonomik gerek sosyal gelişmeler açısından bu düzenin daha iyi islemesini sağlayıcı önlemlerin alınması gereğini duyan bir devlet sistemi olmaktadır.[12]
Bu dönemde çalışma koşulları artık tek tek iş sözleşmeleri içinde ve tek tek işçiler için değil; tam tersi olarak işçi sendikaları ve işverenler ya da işveren sendikaları arasında yapılmış toplu iş sözleşmeleri ile saptanmaya başlamıştır.
Tüm bu değişimlerden iş güvencesi de nasibini almış, iş sözleşmesinin sona erdirilmesine ilişkin olan ve mutlak irade özgürlüğüne dayanan kuralların köklü bir değişikliğe uğramasına neden olmuş, iş ilişkilerinde sürekliliği sağlama düşüncesi istihdam politikasına egemen olmaya başlamıştır. Bu yöndeki eğilim 19. Yüzyılın ikinci yarısından itibaren ortaya çıkmaya başlamıştır. Demokratik düzenlere geçiş, devletin ekonomik yaşama müdahalesi, bireylerin ekonomik ve hukuki güvenliklerinin korunması ile istihdam politikasını yönlendiren temel etkenler olmuştur. İş güvencesine ilişkin talepler, ekonomik ve sosyal ilişkilerde süreklilik sağlanması yolundaki çok daha genel bir politikanın içinde yer almaktadır. Kuşkusuz bu genel politikanın içinde istihdam politikasının önemli ve ayrı bir yeri vardır. Çünkü belirtilen politikayla izlenen amaç, işçinin güvenliğini, onurunu ve kişiliğini korumaktır.
c) Küreselleşme Süreci ve Çalışma Yaşamına Etkileri
1970’li yılların ortasından itibaren içine girilen kriz, rekabette başarılı olmayı, küçülen pazarlar karşısında potansiyeli arttırmayı, değişen talep koşullarına uyum sağlamayı ve ileri teknoloji kullanımını zorunlu kılmıştır. Artık büyük hacimlerde standart malların ya da modellerin Üretiminden vazgeçilmeye başlanmış, onun yerini daha sık model değiştirebilmek, yeni talepler yaratma çabaları almaya başlamıştır.
Bir taraftan ekonomik durgunluk, yüksek enflasyon ve bütçe açıkları sistemi etkilerken diğer taraftan uluslararası ekonomik rekabet, teknolojik ilerleme ve uluslararası pazarın ön plana çıkması geniş çaplı toplumsal, ekonomik, sosyal ve teknolojik değişim kurumsal yapıları, organizasyonları ve isletmeleri kökten etkilemiştir. 1980’li yıllarda başlayan ve daha sonra küreselleşme dinamiklerinin artan etkisiyle devam eden bu değişimin önemli unsurlarını şöyle özetlemek mümkündür: Endüstri toplumundan bilgi toplumuna, emek-yoğun teknolojiden yüksek teknolojiye, ulusal ekonomik politikalardan dışa dönük dünya ekonomik politikalarına, merkeziyetçi yönetimlerden yerel yönetimlere, büyük işletmelerden küçük ve orta ölçekli işletmelere, devletin ekonomik hayattaki rolünün özelleştirmelerle azaltılmasına ve işletme odaklı politikalara geçiş.
Tüm bu değişim, işletmeleri etkisi altına almış, üretim modeli ve ilişkileri yeniden yapılandırılmaya başlanmıştır.[13]
Küreselleşme ve izlenen yeni-liberal ekonomi politikalarının etkisiyle, gerek ekonomideki gerekse işgücü piyasasındaki rolü azalan devlet, işgücü piyasasının hukuksal çerçevesini çizmiş ve bu çerçeve dahilinde taraflara geniş bir serbesti alanı tanımıştır. Bunun sonucu olarak, devletler, sosyal refah devleti olma hedeflerinden vazgeçmişler, sosyal amaçlı harcamalar yapmak yerine sermaye kesimine desteği arttırmışlar ve kamusal hizmet veren uygulamalardan hızla uzaklaşmaya başlamışlardır. Öte yandan, gelişmekte olan ülkelerde uygulanan ithal ikameci kalkınma politikaları uygulamaya konulmuştur.
Ekonomik hayatın uluslararası düzeyde liberalleşmesi, küreselleşme ve beraberinde getirdiği bölgeselleşme ve rekabetin iç pazardan ziyade dış pazara yönelik olarak ön plana çıkması, sanayide faaliyet gösteren işletmeleri bu değişime cevap verecek “esnek” düzenlemelere gitme yönünde baskı yapmıştır. Daha esnek, açık, yatay, otonom ve devamlı öğrenen işletme anlayışı, işgücü piyasasından talep edilen işgücünün niteliğinde de değişim yaratmıştır. “Esnek işletme”, “esnek işgücü , “bilgi işçileri” ve “yaratıcı işgücü” gibi kavramlar hızla yaygınlaşmaya başlamıştır.
Geleneksel endüstri ilişkileri, işçi ve işverenlerin taraf olarak katıldıkları bir sistemi ve toplu pazarlık düzenini öngörürken, yeni yönetim modeli, bir yandan sendikaları devreden çıkararak çalışanlarla dolaysız ilişkiler kurmayı hedeflemiş, öte yandan da maliyet unsuru olarak gördüğü işçi ücretlerini baskı altına almak için karşısında güçsüz, dağınık, örgütlenmemiş işçi kitlesi görmeyi arzulamıştır. Bu nedenle standart dışı (atipik) istihdam, alt işveren uygulamaları ve belirli iş sözleşmeleri ile işyerlerinde sendikal örgütlenmenin önüne geçilmeye çalışılmıştır.
Adem-i merkezileşen toplu iş sözleşmeleri daha az güvence sağlarken, çalışma saatleri, iş sözleşmelerinin süresi ve ücretler esnekleşmektedir. Bu süreç işletmeler için esneklik, işçiler için ise risk anlamına gelmektedir. Böylece, işçilerin pazarlık güçleri de gerilemektedir.[14]
- 4. İş Güvencesinin Uluslararası Kaynakları
Ekonomik sıkıntının ve işsizliğin olduğu koşullarda işine son verilen bir işçinin yeniden iş bulmasının ne kadar güç olduğu bilinmektedir. Böyle bir ortamda iş güvencesi daha da önem kazanmaktadır. Toplumsal dengeler gözetilerek, sosyal devlet ilkesinin de bir gereği olarak iş sözleşmesinin feshine getirilen sınırlamalar ile işçinin onurunun ve kişiliğinin de korunması amaçlanmaktadır.
İnsan haklarının bir bütün alan görüş, “bireyin insan onuruna yaraşır” bir biçimde yaşayabilmesi için geliştiren sosyal hakların da insan haklarının ayrılmaz bir parçası olduğunu kabul etmektedir. Sosyal hakların neler olduğu bir liste halinde sınırlanmamış olmakla birlikte; kabul edilen uluslararası sözleşmeler ve metinler sosyal hakların belirlenmesinde önemli bir kaynaktır. [15]
Uluslararası alanda iş güvencesi konusunda mevcut olan düzenlemeler üç grupta ele alınabilir. Bunlar sırasıyla Birleşmiş Milletler, Uluslararası Çalışma Örgütü, Avrupa Birliği tarafından yapılan sözleşme ve alınan kararlardır.
Bugün insanlığın evrensel ve çağdaş hukuktaki temel haklarını düzenleyen İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi’nin 23. maddesinde; “Herkesin; çalışma, işini özgürce seçme, adil ve elverişli koşullarda çalışma ve işsizliğe karsı korunma hakkı vardır” denilerek iş güvencesine vurgu yapılmaktadır. Bu vurgu, iş güvencesinin bir iş hakkının da ötesinde bir insan hakkı olduğunun göstergesidir. Fakat uygulamalar amaçlanan düzeye ulaşamamaktadır.
Avrupa Sosyal Şartı’nın geliştirilmesi temelinde hazırlanan ve Avrupa Konseyi tarafından 3 Mayıs 1996 tarihinde kabul edilen Avrupa Sosyal Şartı ile imzacı devletler; haklarının, yaşam standartlarını ve sosyal refah düzeyini yükseltmek için, Sözleşme’nin II. bölümünde sayılan hakların Sözleşme ile belirlenen asgari bölümünü sağlamayı kabul ve taahhüt etmişlerdir. Bu haklar içinde Çalışma Hakkı, Adil bir ücret hakkı da bulunmaktadır.[16]
Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’nun 16 Aralık 1966 tarihli toplantısında alınan kararla kabul edilen, Türkiye’nin 15 Ağustos 2000 tarihinde imzaladığı ve 10.07.2003 tarih ve 5923 sayılı Kanun ile onayladığı Ekonomik, Sosyal ve Kültürel Haklar Uluslararası Sözleşmesi’nin “maddi haklar” başlıklı bölümünde de çalışma hakkı güvenceye alınmıştır.
Sosyal hukuk devleti ilkesi ilk kez 1961 Anayasası ile benimsenmiş ve bu anayasanın “İktisadi ve Sosyal Haklar ve Ödevler” baslıklı bölümünde İş Hukuku ile ilgili temel esaslar düzenlenmiştir. 1982 Anayasasının 2’nci maddesinde de Türkiye Cumhuriyeti’nin sosyal bir hukuk devleti olduğu belirtilmiş, “Sosyal ve Ekonomik Haklar ve ödevler” başlığını taşıyan üçüncü bölümde çalışma hakkı 49.maddede yerini almıştır.
Çalışma hakkının hem ulusal hem de uluslararası metinlerde sosyal bir hak olarak kabulü, giderek sosyal hakların insan haklarının bir parçası olarak kabulü, bu çalışma hakkının korunmasını zorunlu kılmaktadır.
Bunun sonucu olarak; Uluslararası Çalışma Örgütü’nün 158 sayılı sözleşmesinin iç hukukumuza uyumlaştırılması çerçevesinde, 9 Ağustos 2002 tarihinde kabul edilen 4773 sayılı Kanunla İş Kanununda, iş sözleşmesinin feshinde geçerli bir sebep gösterilmesi, geçerli sebebin ispat yükümlülüğünün işverene ait olması, geçersiz fesih halinde işe iade ve tazminat ödenmesi gibi düzenlemeler yapılmıştır. 10.6.2003 tarihinde yürürlüğe giren 4857 sayılı yeni İş Kanunu da 4773 sayılı Kanunla getirilen iş güvencesi hükümlerine paralel düzenlemeler içermektedir.
İş güvencesinin kapsamına iş sözleşmesi ile çalışan bütün işçiler girmemektedir. Kural olarak İş Kanunu kapsamında iş sözleşmesiyle çalışan işçiler iş güvencesi hükümlerinden yararlanma hakkına sahiptir. Ayrıca 5953 sayılı Basın İş Kanunu madde 6’ya eklenen bir fıkra ile, İş Kanununun iş güvencesini düzenleyen 18, 19, 20, 21 ve 29’uncu madde hükümlerinin kıyas yolu ile uygulanacağı hüküm altına alınarak, Basın İş Kanunu kapsamında olan fikir işçileri de kıyas yolu ile is güvencesi kapsamına alınmışlardır. İş güvencesinin kapsamına ilişkin diğer ölçütler ise işyerinde en az 30 işçinin çalışması, belirsiz süreli iş sözleşmesi ile çalışan işçinin en az altı aylık kıdemi olması ve işveren vekili olmamasıdır.
Bu kapsama giren işçinin iş sözleşmesi işçinin yeterliliğinden, işletmenin ve işin gereklerinden kaynaklanan geçerli sebep olmadıkça feshedilemeyecektir.
Belirtmek gerekir ki; en az 30 işçinin çalıştığı işyerlerindeki işçilerin iş güvencesi kapsamına alınması, iş güvencesinden yararlanan işçi sayısının son derece düşük kalmasına sebep olmuştur. Buna Borçlar Kanunu’na ve Deniz İş Kanunu’na tabi olarak çalışanların da yasal olarak bu güvenceden yararlanamadığı eklendiğinde, iş güvencesinin ülkemizde istisna olduğunu söylemek mümkündür.
B- GELİR GÜVENCESİ
- 1. Tanımı:
Kapitalist toplumlarda insanların yaşam koşullarını belirleyen en temel unsur gelirdir. Diğer yandan, gelir her zaman yeterli ve düzenli değildir. Bu bağlamda, gelirin yeterli ve düzenli olmaması gelir güvencesizliği olarak tanımlanır.
Gelir güvencesi, bireyin öngörülen gereksinmeleri, beklentileri ve talepleriyle uyumlu bir gelirin sürekliliği olarak da tanımlanabilir.[17]
Güvencesizliğin tek bir nedeni yoktur. Gerçekten, güvencesizlik gelirin yokluğu ya da azlığı, gelirde öngörülen ya da öngörülemeyen bir azalma veya harcamalarda artma biçiminde kendini gösterir. Çoğu durumda, nedenler arasında karmaşık bir ilişki oluşur. Gelir azlığı ile harcamalarda artış zorunluluğunun çakışmasında olduğu gibi, aynı zaman aralığında birden çok neden, gelir üzerinde etkisini gösterebilir. Gelirdeki bir azalma, daha sonra harcamalarda bir artışa yol açabilir. Gelirin yokluğu durumunda olduğu gibi, bazen bir etmen tek başına gelir güvencesizliğini önemli ölçüde arttırabilir.[18]
Gelir güvencesi, yaşamını sürdürmek ve bağımsız olmak isteyen bir kişi için en temel güvence biçimi olduğundan gelirin hem yeterli hem de sürekli olması sağlanmalıdır.[19]
Gelir güvencesi bireylerin gereksinim, istek ve beklentilerine koşut bir gelirin makul düzeyde garanti edilmesidir. Gelir güvencesi iki yönlü bir kavramdır. Gelir yeterli ve düzenli olduğu durumlarda, gelir güvencesinin varlığından söz edilebilir. Bu bağlamda, gelir güvencesi yaşamaya yeterli bir gelirin, düzenli olarak elde edilmesi olarak ifade edilmektedir. Gelir güvencesi çok farklı kaynaklardan sağlanır. Kamu kurumları, finansal ve sigorta piyasaları, işletmeler, sivil toplum örgütleri ve aile gelir güvencesinin sağlandığı kaynaklar olarak kabul edilmektedir. Ancak, finans ve sigorta piyasaları, işletmeler, sivil toplum örgütleri, aile gibi kaynakların gelir güvencesi sağlamada yeterli ve uygun olmadığı görülmüştür. Bu nedenle sosyal koruma sistemi geliştirilmek zorunda kalınmıştır.[20]
Sosyal korumanın temel işlevi gelir güvencesi sağlamaktır. Sosyal koruma yeterli ve düzenli geliri doğrudan gelir desteği yanında, hizmet sunumu yoluyla güvence altına alır. Örneğin; işsizlik, yaşlılık ve çocukluk dönemlerinde, bireylerin gelirleri yeterli ve düzenli olmaktan uzaktır. Sosyal koruma bu durumlarda doğrudan gelir desteği sağlar. Diğer yandan, eğitim, sağlık, konut gibi bir dizi gereksinmenin piyasadan karşılanması, önemli düzeyde harcama yapılmasını zorunlu kılar. Hizmetlere ulaşabilmek için yapılan harcamalar, gelirin yeterliliğini azaltır. Bu nedenle harcamalarda önemli artışa yol açacak olan birçok gereksinim, sosyal korumanın sağladığı hizmetler aracılığıyla karşılanır. Sağlanan gelir desteğinin ve sunulan hizmetlerin maliyetleri gelir aktarımı aracılığıyla toplum tarafından paylaşılır.[21]
- 2. Unsurları
a) Yeterli Gelir Düzeyi
Gelir güvencesinin varlığının ilk unsuru, kişinin kendisi ve ailesi için yeterli (temel) bir gelirin varlığıdır. Temel gelir kavramı, bir toplumda yaşayan bütün insanlara, çalışma hayatındaki konumlarından bağımsız olarak, sadece toplumun bir ferdi oldukları için koşulsuz olarak sağlanan düzenli bir nakit geliri ifade etmektedir. Bu kavramın yansıttığı yaklaşım, kapitalist değerler sistemini önemli bir biçimde sorgulamakta; emeğe verilen değerin yerine, insana ve insan haklarına verilen değeri koymaktadır. Bu yaklaşımda sivil, siyasi ve sosyal hakların tamamını içeren bir vatandaşlık statüsüne atıfta bulunularak asgari bir gelire sahip olmak temel bir vatandaşlık hakkı olarak tanımlanmaktadır. Bu çerçevede temel gelir kavramı, “vatandaşlık geliri” şeklinde de ifade edilmektedir. Temel gelir, bir asgari gelir garantisi biçimidir.[22]
b) Gelirin Sürekliliği
Gelirin tek başına yeterli ya da düzenli olması güvencesizliğin derecesini azaltır, ancak ortadan kaldırmaz. Örneğin, yüksek gelir çoğunlukla yeterli ve önemli bir güvence olarak kabul edilir. Ancak, bu yüksek gelirin düzenliliği sağlanamamışsa, gelir güvencesinin varlığından söz etmek zordur. Eğer gelir yeterli ve düzenli değilse, yaşamak ve geçinmek için gelirin yeterliliği ve düzenliliği, yani gelir güvencesi sağlanmalıdır.
Bazen gelir güvencesizliği aynı miktarda gelir için daha fazla çalışmak zorunluluğu şeklinde de ortaya çıkabilir. Bu durumda da gelir güvencesinden söz etmek mümkün değildir.
II. İŞ VE GELİR GÜVENCESİNİN SAĞLANMASI
A-GÜVENCESİZLİĞİN NEDENLERİ
Güvence bir insan gereksinmesidir. Bu gereksinme, bireylerin yaşamlarını kontrol edebilmesi anlamına gelmektedir. Bu anlamda, güvence, özgürlük ve özerklik için gerekli koşuldur. Güvencesizlik haksızlığın kaynaklandığı biçimlerden biridir.[23]
Kapitalist ekonomik sistem, işgücü piyasasından ve iş süreçlerinden kaynaklanan yeni gereksinimler ve yeni sorunlar yaratmıştır. Endüstri üretimiyle birlikte ücretli işgücü ekonomik olarak bağımlı hale gelirken, kapitalizmin gereksinmelere ve sorunlara yanıtı çalışma ve sözleşme özgürlüğünden ibaret kalmıştır. Oysa güvence, talep edilebilir olan ve bireyler tarafından talep edilen sonuçlara ulaşabilmek için fırsatların yeterliliğini, bu sonuçlara ulaşabilme endişesinin bulunmamasını ve karşı karşıya kalınabilecek potansiyel sonuçlar hakkında belirsizliğin azaltılmasını içermelidir.
Bu bağlamda, güvencesizliğin kaynakları; iş süreci üzerinde kontrolün olmaması veya azalması, statü veya gelirde yükselme olasılığının olmaması veya azalması, aynı gelir düzeyi için daha çok çalışmanın gerekmesi, sonuçlara ilişkin belirsizliğin artması, olumsuz bir gelişmenin düzeltilmesi için hiçbir şey yapılmayacağı endişesinin bulunmasıdır.[24]
Küreselleşme ile birlikte ortaya çıkan işsizlik, esnek çalışma biçimleri, enformel ekonomi de güvencesizliğin kaynakları arasındadır.
- 1. İşsizlik
İşgücü piyasasında güvencenin varlığı çalışmak isteyen herkesin bir işe sahip olması ile ölçülür. Buna göre işgücü piyasasında güvence düzeyini belirleyen dört unsurdan söz edilebilir. Bu unsurlar; özgürce seçilebilen, verimli ve uygun ücret sağlayan istihdam olasılıklarının yüksek düzeyi, düşük işsizlik düzeyi, işsizliğin kısa süreli olması, çalışma yaşamının tüm aşamalarında işsiz kalma olasılığının en aza indirilmesi, biçiminde belirtilmektedir.[25]
Bu unsurların bulunmadığı, işsizliğin mevcut olduğu durumlarda güvenceden söz edilemez. Yüksek işsizlik, özellikle temel gelir güvencesini ortadan kaldırdığı gibi, daha düşük ücretle çalışmaya hazır işçilerin varlığı nedeniyle iş güvencesini de olumsuz etkilemektedir.
- 2. Esnek Çalışma
Standart çalışma ilişkisi, çalışanın bir işletmeye veya işverene bağlı, çalışma yaşamı boyunca belirsiz süreli bir sözleşme temelinde, yasal ve sosyal koruma kapsamında, tam zamanlı bir işte çalışmasına dayalıdır. İşgücü piyasasında standart dışı, esnek çalışma biçimleri yaygınlaşmaktadır. Esnek çalışma biçimleri geçici süreli ya da belirli süreli sözleşmeye bağlı çalışma, kısmi süreli çalışma, kendi hesabına çalışma, birden çok işletmeye veya işverene bağlı çalışma gibi farklı biçimler almaktadır.
Sayısal esneklik kendi içinde iş süresi ve ücret esnekliği biçiminde ikiye ayrılmaktadır. İş süresi esnekliği; işçinin kişiliğine bağlı olarak belirlenen ve referans süresi hafta olan iş süresi yerine, bundan böyle siparişe bağlı olarak ekipman kullanım süresinin, hafta üzerinden hesaplanıyorsa,(7×24)168 saate kadar çıkabilmesini anlatmaktadır. Bu anlamda, iş görme edimi bakımından işçinin kişiliğinin önemi yoktur. Yeri her an ve her yerde bir başkası tarafından doldurulabilen bir uyum sağlama süreci içine girilecektir. Bu anlamda, ücret esnekliğinin ayrıntılarına girmeye herhalde gerek yoktur. Ancak, ücretin “asgari” ya da “sosyal” tanımlarının geçerliliğini yitirmeye yüz tuttuğunu belirtmek gerekir.[26]
- 3. Enformel Çalışma
Enformel istihdam; hem faaliyetlerin ya da çalışanların, hem de istihdamın gerçekleştiği işletmelerin kayıt altına alınmadığı, iş sürelerinin ve ücretlerin belli bir eşiğin altında kaldığı, asgari ücret seviyesinin söz konusu olmadığı, işverene ait mekanlar dışındaki işlerde ve iş mevzuatının uygulanmadığı istihdam şeklidir.[27]
Küreselleşme, enformel ekonomide ücretlilerinin sayısının artmasına ve onların durumunun eğretileşmesine katkıda bulunduğu görülmektedir. İşletmeleri işgücü maliyetinin en düşük olduğu yerlerde yerelleşmeye yönelterek ve böylece istihdam koşullarının gerilemesi eğilimini uyararak, ücretler yardımlar ve iş güvencesinde bir bozulmaya yol açmaktadır. [28]
Gelişmemiş ülkelerden gelişmiş ülkelere yasadışı yollarla gelen göçmenlerin çalışması da enformel istihdamın bir parçası olarak değerlendirilebilir.
Kapitalist ekonomik sistemde, sosyal koruma gereksiniminin kaynağı ekonomik bağımlılıktır. İş ve gelir güvencesi ise ekonomik bağımlılık karşısında sosyal koruma sağlama amacı taşımaktadır. [29]
Buna göre, birey iş süreci üzerindeki kontrolünün kaybederse güvencesizlik artacaktır. Güvencesizlik çalışmadan kaynaklanan belirsizliğin artması veya değişkenliğin artması halinde yoğunlaşacaktır. Güvencesizlik, risklerin artması yani, olumsuz bir sonuç olasılığı veya olumsuz bir sonucun potansiyel maliyetinin artması halinde de yoğunlaşabilecektir. Çalışanlar olumsuzluğu gördüğü halde düzeltmek için bir şey yapamıyorsa veya telafi edemiyorsa da güvencesizlik artabilecektir. Çalışan, becerilerinin geçersiz hale geleceğinden endişe ederse, ücretinde bir değişiklik olmasa bile becerilerin algılanan değeri azalacaktır. Bu anlamda, iş güvencesi nesnel (objektif) ve öznel (sübjektif) bir gerçekliğe sahiptir. Nesnel olarak çalışma koşullarına ilişkin olabilir. Bu nedenle, istikrarlı veya düzenli iş sözleşmeleriyle istihdam edilenlerin oranı iş güvencesinin objektif bir göstergesi olarak kabul edilmektedir. Öznel olarak birçok endişeye ilişkin olabilir. Bu durumda istihdamın sürekliliğinin güvencede olduğu inancının açıklanması iş güvencesinin sübjektif bir göstergesi olarak alınabilecektir.[30]
B-GÜVENCENİN SAĞLANMASI
Yeni liberal ekonomi politikaları ekonomik büyümeyi sağlamakla birlikte, sosyal politika alanında gerilemeyi beraberinde getirmektedir. Bu gelişme ekonomik ile sosyal arasındaki bakışımsızlıktan (asimetri) ileri gelmektedir. Gerçekten, ekonomi küresel bir boyut kazanırken, sosyal sistem ulusal ve yerel düzeyde kalmaktadır. Piyasa mantığı ekonomik, sosyal ve siyasal sistemlere yaygınlaştırıldıkça eşitsizlik, güvencesizlik ve eğretilik artmaktadır. Bu anlamda, piyasanın doğal güçlerini dengelemek için hukuksal bir müdahale, işçilerin korunması için de örgütsel bir mücadele kaçınılmazdır.[31]
Güvence, esasen, maddi koşulların bir yansımasıdır. Güvencesizlik, algılanan gereksinimlere veya emsal bir grupla karşılaştırıldığında göreceli yoksunluk olarak anlaşılabilir. Bu anlamda, güvence sağlanması büyük ölçüde maddi koşullardan kaynaklanan bir devlet düşüncesine ilişkindir. Çünkü güvence sağlayan hakların elde edilmesi salt belirli yönetim kurallarının izlenmesi halinde beklenebilecektir. Bu nedenle, bireysel özerklik ve yaşam üzerinde kontrol sağlanması için güvence ile fırsat eşitliği sunan politikaların rolü ve etkinliğinden yararlanmak bir zorunluluk olmuştur. Sosyal koruma, işgücünü piyasanın işleyişinden ileri gelen risklerden korumaya yönelik uygulamalar çerçevesinde yaşama geçmiştir.[32]
Ancak, sosyal koruma salt işgücü piyasası ve işgücünün metalaştırılmamasıyla sınırlandırılmamalıdır. Sınıf çatışması sistemin yeniden üretimine kalıcı bir tehdit anlamına geldiğinden kurumsallaşmış yasal araçlarla sürdürülmek zorunda kalınmıştır. Yirminci yüzyıl boyunca iş güvencesi bir kontrol ve sınıflandırma biçimi oluşturmuştur. Bu nedenle, devletin bireyi sosyo-ekonomik yapının doğurduğu her türlü riske karşı koruma girişimleri bir tür sosyal koruma yaratma potansiyeline sahiptir. Bu anlamda, hastalık, sakatlık, yaşlılık, analık ve işsizlik gibi tehlikelere, iş kazası ve meslek hastalıklarına karşı korumayı, istihdama erişim eşitliğini ve iş ve gelir eğretiliğine karşı korumayı olduğu gibi, ayrımcılığa karşı korumayı da genellikle kapsamalıdır.[33]
İşletmeler gibi, işçiler ve işçi sendikaları da, yetkili makamları ticari engelleri güçlendirerek dış rekabet baskılarını azaltmaya ya da bu yapılamıyorsa, devleti, yardımda bulunmaya ikna edebilir. Bu stratejinin başarısı, özellikle etkinlik dalının belirli bir bölgede toplanmış olmasına ve yetkili makamları bu alanın stratejik önemine inandırmak için işverenlerle birlikte hareket etmelerine bağlıdır. Bu girişimler istihdamın ortadan kalkmasını yavaşlatma olanağı tanımış, ancak, ender durumlarda tümüyle durdurabilmiştir. Ancak, hızlı değişim döneminde, bu stratejinin hem işverenlerden ve hem de yetkili makamlardan kaynaklanan nedenlerle başarı şansı giderek azalmaktadır.[34]
İşçiler, işgücü maliyetlerinin düşük olduğu ülkelerde yerelleşmenin işverenler için daha güç ve pahalı hale gelmesini sağlamak amacıyla, yetkili makamları sermaye hareketlerine ilişkin kısıtlamaları sürdürmeye ya da artırmaya ikna edebilir. Bu stratejiyi savunanlar, ekonomik ve mali açılmanın ekonominin uluslararası nitelik kazanmasına olanak tanıyan başlıca faktörlerden biri olduğunu, asla kaçınılmayacağını ileri sürmekte ve bu açılmanın sağlayacağı nimetlerin işçiler için içerdiği külfetleri karşılamaktan uzak olduğu kanısını taşımaktadır. Teknik olarak da, sermaye denetimlerinin ortadan kalkmış olduğu ülkelerde uluslararası sermaye hareketlerine ilişkin yeniden etkin denetimler getirmek kuşkusuz güçtür.[35]
İşçiler için bir diğer strateji; uluslararası çalışma normlarının kabul edilmesi, uluslararası sendikacılık aracılığıyla diğer ülkelere aktarılan etkinliklerin daha pahalı hale getirilmesi ve çokuluslu toplu pazarlık kampanyalarının ilanı olabilir. Uluslararası Çalışma Örgütü’nün uygulamasını desteklediği çalışma normları uluslararası asgari normlara örnek oluşturmaktadır. Bir başka deyişle, bu normlar çalışma koşulları için evrensel olarak uygulanabilir bir taban saptamayı amaç edinmişlerdir. Ancak, bu normların, kendi içinde önemli olsa bile, kabul edilmesinin, giderek işgücü maliyetlerinin düşük olduğu ülkelerde ihracata dönük üretim yapan işletmelerin üretim maliyetlerini artırmasından ve uluslararası rekabetini zayıflatmasından emin olunamaz. Bu bağlamda, uluslararası sendikacılık ve çokuluslu toplu pazarlık çok daha karmaşık bir strateji sorunu yaratmaktadır. Uluslararası sendikal örgütlenme konusunda başarılı girişimler bulunmakla birlikte, çokuluslu bir toplu pazarlığın uygulamaya konulmasının önünde pek çok engel bulunmaktadır.[36]
Bu üç tercih, her zaman ve her yerde etkin olmayıp, geçici ve sınırlı bir çözüm yolu olmaktan öteye de gitmemektedir. Sermaye hareketlerinin ve ekonominin uluslararası nitelik kazanmasının önüne geçilemeyeceğinden dış rekabet baskılarına uyum sağlama dışında bir diğer seçenek de kalmamaktadır. Öyleyse, bir diğer tercih de verimliliği arttırmak ve üretimin esnekliğini, uyumunu ve kalitesini iyileştirmek için işverenle işbirliği yapmak olabilir.[37]
SONUÇ
İş ve gelir güvencesinin bir sosyal hak olduğu, giderek bir insan hakkı olduğu tartışmasızdır. Uluslararası birçok metinde yer alan bu haklar; küreselleşmenin getirdiği işsizlik, esneklik, kuralsızlaştırma ve devletin rolünün azaltılması gibi etkilerle zayıflatılmıştır. Sendikal örgütlenmenin olmadığı bir ortamda sendikal haklardan ve bu arada iş ve gelir güvencesinden söz etmek mümkün değildir. Sermayenin küreselleşmesi karşısında emek sınıfının da uluslararası birlik ve dayanışma göstermesi zorunludur.
KAYNAKÇA*
AKTUĞ, Semih Serkan, İş Güvencesi, Yayımlanmamış Doktora Tezi, 2010, İzmir,
CANDOĞAN, Gökhan, Teoriden Pratiğe Sosyal Hakların Dava Edilebilirliği, Sosyal Haklar Uluslararası Sempozyumu, s.121-137, Petrol- İş Yayını, İstanbul, 2011
ÇELİK, Nuri, İş Hukuku Dersleri, 19. Bası, Beta Yayınları, İstanbul, 2006
DEMİR, Fevzi, İş Güvencesi Hukuku, 2. Baskı, Barış Yayınları, İzmir, 1999
ERDUT, Tijen, Yaşam Boyu Sosyal Koruma İçin İş ve Gelir Güvencesi, I.Ulusal Sosyal Politika Kongresi, s.131-155, Ankara, 2004
ERDUT, Zeki, Rekabetin İşgücü Piyasasına Etkisi, Türk Ağır Sanayi Hiz.Sek.Kamu İşverenleri Sendikası, İzmir 1998
ERDUT, Zeki, Liberal Ekonomi Politikaları ve Sosyal Politika”, Çalışma ve Toplum, 2004, Sayı 2
ERDUT, Zeki, Enformel İstihdamın Ekonomik, Sosyal ve Siyasal Etkileri”, Çalışma ve Toplum, 2007, Sayı 12
KAPAR, Recep, Sosyal Korumanın İşgücü Piyasasına Etkisi, Birleşik Metal-İş Yayınları, İstanbul, 2005
KAPAR, Recep, Gelir Güvencesizliği Karşısında Koruma ve İşgücü Piyasasında Bölünme, Sosyal Araştırmalar Vakfı İşçi Sınıfının Değişen Yapısı ve Sınıf Hareketinde Arayışlar, Deneyimler Sempozyumu, İstanbul, 2004
KORAY, Meryem-TOPÇUOĞLU Alper, Sosyal Politika, 2. Baskı, Ezgi Kitabevi Yayını, Bursa, 1993
METİN, Banu: Yoksullukla Mücadelede Asgari Gelir Güvencesi: Türkiye’de Sosyal Yardım ve Hizmet Sisteminde Mevcut Durum ve Asgari Gelir Güvencesi İhtiyacı, Sosyal Güvenlik Dergisi, 2012, Sayı 1
* Dipnotlarda kullanılan kısaltmalar koyu renk dizilmiştir.
[1] AKTUĞ, Semih Serkan, İş Güvencesi, Yayımlanmamış Doktora Tezi, 2010, İzmir, s.14
[2] DEMİR, Fevzi, İş Güvencesi Hukuku, 2. Baskı, Barış Yayınları, İzmir, 1999, s.31
[3] DEMİR, s. 62
[4] AKTUĞ, s.19
[5] AKTUĞ, s.20
[6] AKTUĞ, s.18
[7] KORAY, Meryem, TOPÇUOĞLU Alper, Sosyal Politika, 2. Baskı, Ezgi Kitabevi Yayını, Bursa, 1993, s. 31
[8] ÇELİK, Nuri, İş Hukuku Dersleri, 19. Bası, Beta Yayınları, İstanbul, 2006, s.3
[9] AKTUĞ, s.56
[10] ÖZBUDUN, Ergun, Türk Anayasa Hukuku, Yetkin Yayınevi, Ankara, 1990, s. 103
[11] ÇELİK, s.4
[12] KORAY-TOPÇUOĞLU, s.35
[13] AKTUĞ, s.56
[14] AKTUĞ, s.60
[15] CANDOĞAN, Gökhan: Teoriden Pratiğe Sosyal Hakların Dava Edilebilirliği, Sosyal Haklar Uluslararası Sempozyumu, Petrol- İş Yayını, İstanbul, 2011, s.123
[16] CANDOĞAN, Gökhan: s.123
[17] ERDUT, Tijen, Yaşam Boyu Sosyal Koruma İçin İş ve Gelir Güvencesi, I.Ulusal Sosyal Politika Kongresi, Ankara, 2004, s.133
[18] KAPAR, Recep: Sosyal Korumanın İşgücü Piyasasına Etkisi, Birleşik Metal-İş Yayınları, İstanbul, 2005, s.9
[19] ERDUT, Tİjen, s.133
[20]KAPAR, Recep,Gelir Güvencesizliği Karşısında Koruma ve İşgücü Piyasasında Bölünme, Sosyal Araştırmalar Vakfı İşçi Sınıfının Değişen Yapısı ve Sınıf Hareketinde Arayışlar, Deneyimler Sempozyumu İstanbul, 2004
[21] KAPAR, Sosyal, s.10
[22] METİN, Banu, Yoksullukla Mücadelede Asgari Gelir Güvencesi: Türkiye’de Sosyal Yardım ve Hizmet Sisteminde Mevcut Durum ve Asgari Gelir Güvencesi İhtiyacı, Sosyal Güvenlik Dergisi, 2012/1 Sayı, s.125
[23] ERDUT, Tijen, s.132
[24] ERDUT, Tijen: s.133
[25] KAPAR, Sosyal, s.195
[26] ERDUT, Zeki, Liberal Ekonomi Politikaları ve Sosyal Politika, Çalışma ve Toplum, 2004, Sayı.2, s.16
[27] ERDUT, Zeki, Enformel İstihdamın Ekonomik, Sosyal ve Siyasal Etkileri”, Çalışma ve Toplum, 2007 Sayı. 12, s.55
[28] ERDUT, Zeki, Enformel, s.79
[29] ERDUT, Tijen, s.132
[30] ERDUT, Tijen, s.133
[31] ERDUT, Zeki, Liberal, s,11
[32] ERDUT, Tijen, s.133
[33] ERDUT,Tijen, s.133
[34] ERDUT, Zeki, Rekabetin İşgücü Piyasasına Etkisi, Türk Ağır Sanayi Hiz.Sek.Kamu İşverenleri Sendikası, İzmir 1998, s.14
[35] ERDUT, Zeki, Rekabetin, s.15
[36] ERDUT, Zeki, Rekabetin, s.15
[37] ERDUT, Zeki, Rekabetin, s.14